Babanın-Adı'nın Ölüm Perileri
- Tuğba Ceren Deniz
- 8 Oca 2024
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Oca 2024

Bir gün birdenbire, en yakın arkadaşınız artık sizden hoşlanmadığını söylerse ne olur? Üstelik ona hiçbir yanlış yapmadığınızı söyleyerek.
The Banshees of Inisherin Türkçe karşılığıyla Inisherin’in Ölüm Perileri, İrlanda’nın ücra bir adasında geçen bir arkadaşlık hikayesiyle izleyiciyi özneye ve topluma dair pek çok soru sormaya ve düşünmeye sürüklüyor. Bu yazı, bunlardan yalnızca birkaçına odaklanarak filmde geçenleri anlamaya çalışacak.
Padriac, epey sıradan bir gününde, her zaman yaptığı şeyleri yapmayı planlarken onun için oldukça önemli olan bir ötekinden gelen beklenmedik kelimelerle karşılaşır. “Artık senden hoşlanmıyorum.” der Colm, “Sıkıcısın.”. Colm ve Padriac iki yakın arkadaştırlar. Fakat Colm, aniden Padriac’in onunla aynı masada oturmasını bile istemez ve onu görmezden gelmeye başlar. Padriac bunu bir türlü anlayamaz, daha düne kadar ondan hoşlanan arkadaşı bugün nasıl olur da artık ondan hoşlanmaz, onu istemez?
Padriac, Colm’dan gelen bu kelimeleri koyacak bir yer bulamaz ve Colm ile arkadaşlığını sürdürmeye çalışmaya devam eder. Yani Colm’dan gelen bu sözler tanınmaz. Peki ya Padriac neden bu ısrarla Colm ile konuşmayı sürdürür? Eğer Padriac, Colm’un istediği gibi onunla konuşmayı keserse, bir kayıp yaşayacaktır. Padriac bu kaybı kabul etmek istemez, inkar eder. O, sanki annesi ve babasını hiç kaybetmemiş gibi, hala küçücük çocuk yatağında yatan ve kız kardeşiyle aynı odayı paylaşan biridir. Elbette ki ayrılamadığı, onun için bir bakıma ebeveyn işlevi gösteren Colm’un kaybını da tıpkı ebeveynlerinin kaybını inkar ettiği gibi inkar edecektir. Diğer bir deyişle hala Colm’un arkadaşı gibi davranacaktır, tıpkı hala küçük yatağında yattığı gibi. Filmin sonlarına doğru Padriac bir kayıp deneyimi daha yaşar: çok sevdiği eşeği Jenny ölür. Bu ölüm, sanki bastırılmış olanı geri çağırır gibidir, Padriac’in anne ve babasının kaybını. Jenny’nin ölümünden sonra Padriac iyi ve hoş karakteri kötü ve öfkeli birine doğru evrilir. Padriac’in film akışındaki bu değişimi, iyi ve kötü gibi birbirinin karşıtı gibi görünen kavramların aslında ne kadar iç içe geçtiğini izleyiciye hatırlatır.
Colm keman çalıp besteler yapan bir sanatçıdır. Mozart gibi, iz bırakan, besteleri ölmeyen bir sanatçı olmak ister. Fakat bir türlü bir şeyler içine sinmiyor gibidir. Umutsuzdur, sanki Mozart gibi olamayacağını içten içe bilir. O Mozart gibi değildir. İrlanda’nın ücra bir adasında toplumdan izole bir şekilde yaşayan biridir sadece, Colm gibidir işte. Fakat Colm için bu artık dayanılmaz bir şey haline gelmiş gibi görünmektedir. Bunu düzeltmenin yolu ise onun için Padriac ile arkadaşlığını kesmekten geçer. Çünkü Padriac sıkıcıdır. Eşeğinin dışkısında buldukları hakkında iki saat konuşabilecek kadar sıkıcı ve amaçsız. Colm ise hatırlanmak ister.
Filmde Colm ile Padriac’in ilk görüşteki farklılıklarına oldukça vurgu yapılsa da aslında ne kadar benzediklerini de hissetmekten kendimizi alıkoyamayız. Bu benzerlik öyle bir benzerliktir ki Colm’un bundan bir an önce kurtulmasını gerektirecek kadar büyüktür. Çünkü Colm, Padriac ile vakit geçirdikçe kendindeki tıpkı Padriac gibi olan o sıkıcı, önemsiz parça ile karşılaşıp durur. Fakat artık bir şeyler yapması gerekmektedir. Colm Padriac ile ikiliklerinden doğan birlikteki kendi sıkıcılığına, sıradanlığına ve değersizliğine karşı savaşır, hatta bu savaşta bu birliğe yenilmemek için belki de en değerli şeyini, parmaklarını feda eder ve keser. Böylesi bir girişimi anlamak epey zor görünüyor, yine de Colm’un bu girişimini anlamaya çalışırken psikanalizin bize söyleyebileceği bir şeyler var elbette var.
Fransız psikanalist Jacques Lacan, Freud’un kuramında ödipal döneme denk düştüğünü söyleyebileceğimiz, anne-çocuk ikilisinde çocuğu annenin arzusundan ayırma işlevi gören Babanın-Adı kavramını öne sürmüştür. Çocuğu bir yasa yoluyla, ki bu ensest yasasıdır, simgesel düzene sokan baba, bu ikili ilişkiye bir üçüncü olarak dahil olur. Bu baba simgeseldir. Gerçek bir baba olmak zorunda değildir, çocuğu annenin arzusundan ayıran herhangi bir şey, örneğin annenin işi, pekala olabilir. Çocuk, Babanın-Adı ile karşılaşana kadar kendisini annenin her şeyi olarak görürken Babanın-Adı’yla birlikte annenin her şeyi olmadığını, ondan başka arzuları olduğunu, diğer bir deyişle her şeye kadir olmadığını görür. Baba, anne-çocuk bütünlüğünü bozar. Böylece çocuk, hatta artık özne, bir yasaya tabii hale gelir ve kastrasyon tanınır. Annenin bir düzeydeki bu kaybıyla birlikte, varlığında bir eksik oluşur. Bu eksik, arzuyu doğurur, onu arzulayabilen bir özne haline getirir. Annenin başka bir arzusu vardır, yani anne eksiktir. Öyleyse şimdi özne o eksik olmaya çalışacak, anne ile yeniden bütünleşmeyi arzulayacaktır. Anne ile çocuğun Babanın-Adı’yla ayrılmadığı, annenin tüm ilgisini ve dikkatini çocuğa yoğunlaştırdığı senaryo ise çocuk için epey kaygı vericidir. Lacan’ın X. Seminer’de dediği gibi: “Yokluk varlığın teminatıdır.” Çocuk için en kaygı verici olan, eksiklik ihtimalinin ortadan kalkması, annesinin daima arkasında olmasıdır. Anne-çocuk birliğinde Babanın-Adı ile bir boşluk yaratılması çocuğa kendi olarak hareket edebileceği bir alan sağlar.
Colm-Padriac ikilisi, bir yanıyla anne-çocuk birliğini andırmaktadır. Ayrılmaz bir ikilidirler. Öyle ki Padriac yalnız başına meyhaneye gittiğinde herkes çok şaşırır ve Colm’u sorar. “Colm her zaman senin yanındadır.” derler. Colm’un ise arzulayabilmek için tıpkı bir çocuğun ihtiyacı olduğu gibi, yasaya ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı adanın pederinin yanına gittiği ve günah çıkardığı sahnelerde de görürüz. Fakat bu adada her ne kadar temsilleri olsa da yasanın altı boştur. Yasanın temsilcisi olan pederin esasen kilisenin koyduğu yasanın dışına çıkan bir konumda olduğu eşcinsel olabileceği mesajı verilir. Diğer bir temsilci olan polis ise çocuğunu istismar eden ve ona şiddet uygulayan bir babadır. Peder ve polis ile ilgili bu bilgilere herkese bir şekilde erişir, Inisherin’de yasanın işlemediği herkes tarafından bilinir fakat görmezden gelinir. Bu simgesel düzende çatlaklar vardır. Hal böyle olunca Colm için işleyen bir Babanın-Adı görmeyiz. O ise çareyi yasayı kendi kendine koyarak bulmakta arar. Bunu ilk olarak dilin aracılığıyla yapar, Padriac’e artık onunla konuşmaması gerektiğini, konuşmaya devam ederse keman çaldığı elinin parmaklarını her seferinde tek tek kesip kapısına getireceğini söyler. Fakat kendi kendine yasa koyma girişimi baştan başarısızlığa gebedir. Keza bu “yasa” Padriac’i de durdurmaz. Anlamlandırılamaz ve söz işlemez. Bu sefer de bedene geçiş yapılır. Colm gerçekten de dediği gibi keman çaldığı elinin tüm parmaklarını kaybedene kadar keser ve Padriac’in kapısına atar. Onun için işleyen bir yasanın olmaması, parmaklarını kesmekten bile daha dehşet vericidir. Bu birliği bozmak onun için adeta bir ölüm kalım meselesidir.
Padriac “sıkıcı”dır. Filmin orijinal dilinde Colm’un seçtiği kelime ise “dull” kelimesidir. Dull, sıkıcı anlamının yanı sıra, kolayca kesme yeteneği olmayan, keskin olmayan anlamına da gelir. Colm ise keskin olmak ister gibidir ve tüm bunların sonunda da parmaklarını keser. Parmaklarını kesmesi aynı zamanda bir sanatçı olarak iz bırakamama korkusuna da sanki yardım eder. Artık yeterince iyi olmayan besteler yapabilir, iz bırakamazsa da parmaklarının olmaması bunun için iyi bir sebep olacaktır. Fakat aynı zamanda bu yolla iz de bırakabilir, çünkü o parmakları olmadan da besteler yapan bir müzisyendir artık. Tıpkı sağır olduktan sonra bile besteler yapmaya devam eden Beethoven gibi!
Colm her ne kadar aksini söylese ve bu uğurda parmaklarını kesse bile, Padriac’ten uzaklaşmak istemediğini Padriac ona her çıkıştığında yakınlaşmasından anlarız. Çünkü belki de Colm’un esas istedği Padriac gibi sıkıcı olmamak değil, gönül rahatlığıyla Padriac gibi olabilmektir! Artık özgürce Padriac gibi kayda değer hiçbir şey yapamayan biri olabilir. Çünkü artık bir şeyler yapabileceği parmakları yoktur! Colm’un parmaklarını attıktan sonra yanına gelen Padriac’e söylediği şu cümleyi hatırlayalım: “Özür dilemene gerek yok, benim için bir rahatlamaydı.”
Filmden günümüze gelecek olursak, tıpkı Colm’un sürekli serzenişte bulunduğu gibi, boş ve amaçsız konuşmalar yapmak bugünün dünyasında da pek revaçta değil gibi. Ortaya konulan somut bir nesneye hem ihtiyaç duyulan hem de bir nesnenin amaçlandığı bir gündelik hayatın parçasıyız. Padriac’in istediği o sadece iyi ve normal konuşmalar bugün pek ilgi çekiyor gibi görünmüyor. Normallik için pek vaktimiz yok, olsa da normal olmak bugünün öznesi için epey korkutucu gibi. Herkes farklı olmak istiyor, her ne kadar bu istek paradoksal bir şekilde herkesi benzer olmaya sürüklese de. Buna rağmen, The Banshees of Inisherin izleyiciyi şu soruyu da sormaya itiyor ve merak ettiriyor: Bazen saatlerce bir eşeğin kakasında bulduklarını konuşmak, “amaç” dolu bir konuşmanın peşinde koşmaktan daha iyi bir seçenek olamaz mı?
Tuğba Ceren Deniz