
Günümüzün popüler terapi yaklaşımları kişilerin sorunlarını kısa sürede gidermeyi vaat ederken, bir kişi kısa sürede sorunlarını çözülebilecekken uzun ve meşakkatli bir yol olan psikanalitik terapiyi tercih etsin ki?
İnsanın onlara acı veren şeylerden bir an önce kurtulmak istemesi oldukça anlaşılır. Hızlı bir sonucu vaat eden ve aslında ruh halimizde gözle görünür iyilik sağlayan yöntemler de gerçekten var. Fakat bu yöntemler gerçekten sorunun kaynağına bizi götürüp orada bir dönüşüm sağlar mı? Birçok bilimsel araştırmada gösterilen semptomu ortadan kaldırmaktaki bu başarı, nedene erişip orada bir dönüşüm sağlamaktaki başarı ile aynı şeyi mi ifade eder? Diğer bir deyişle, bu tedaviler öznenin bilinçdışı hakikatine erişebilirler mi? Belki pek psikanalitik bir şey olmasa da cevabı önden söyleyeceğim, maalesef hayır. Peki semptomu gidermeye çalışan bir yöntem ile hakikati hedefleyen bir yöntemin birbirinden nasıl bir farkı var? Ve ne demek bu hakikat? Bunu açıklarken Lacancı psikanalist Darian Leader’ın söylediklerinden yararlanacağım.
Darian Leader, örneğin iyi niyetli bir bilişsel terapistin, bir hastanın sorunlarını, mesela depresronunu, bilişsel hatalarına, çarpık düşünelerine dayandıracağını ve depresyonunun bu yanlış bilişlerden kaynaklandığını hastaya öğreterek ortadan kaldırmaya çalışacağını söyler. Ona göre, bilişsel yöntemlerde semptomlar öznel bir hakikatin taşıyıcısı olarak görülmektense düzeltilmesi gereken yanlış davranışlara indirgenir. Bu düşüncelerini Vamık Volkan’ın bir vakasıyla da örnekler:
18 yaşında anoreksi sebebiyle hastane yatışı olan genç bir kadının hemşireler tarafından bir örüntü sergilediği fark edilir. Bu kadın yemek yemeyi kilosu 45’in üstüne çıktığında reddediyordur. Kilo kaybettiği andan itibaren de iştahla yemek yemeye başlar ve o sıralarda herhangi bir kaygı duymaz. Ama ne zaman ki kilosu yeniden 45 kilonun üstüne çıksa, kendini aç bırakma davranışı kendini tekrar gösterir. Bu 45 kilo meselesi, birçok meslektaşının aksine Vamık Volkan’ın dikkatini çeker ve kadının yaşam öyküsünde birlikte yaptıkları araştırma sonucunda çok sevdiği, yaşamı boyunca 90 kilodan az bir kilosu olmamış koca büyükbabasının cenazesinde genç kadın büyükbabasının tabutun içindeki cansız bedenine bakarken etrafında bulunan insanların büyükbabası için en fazla 45 kilo geldiğini söylediklerini işitir ve o anda bayılır.
Popüler çözüm -ki çözüm ile kastedilen semptomu yok etmektir- odaklı terapi yöntemlerinde muhtemelen bu yemek yememe davranışının ona ne kadar zarar verdiği hastaya gösterilmeye çalışılır ve çarpık düşünceleri tespit edilir. Bu düşünceler bir an önce düzeltilmeye, yerine daha “işlevsel” olanları konmaya çalışılır. Fakat böyle bir yaklaşımda elbette ki öznenin hakikati göz ardı edilecektir. Genç kadının büyükbabasının onu dehşete düşüren imgesiyle olan özdeşleşmesi olan hakikati ve semptomun bu hakikati taşıyan işlevi hiçbir zaman gün yüzüne çıkmayacaktır. Buna karşın analitik bir yaklaşımda ise bu genç kadının kaybına dair yaşantılarına ve fantezilerine erişilebilecek ve bunların bilinçdışıyla nasıl bağlantılı olduğu, onun yaşamını nasıl etkilediği anlaşılabilecektir. Analitik yaklaşımın hedefi budur, ne ile karşılacağını öngörmeye çalışmadan hakikate giden meşakkatli ve uzun yolu merakla yürümek ve sonunda özneye ulaştığı hakikatiyle ne yapacağına dair o özgürleştirici alanı tanımak...
Tuğba Ceren Deniz